Trabzon’un yemyeşil vadisinde sanki sırtını ardındaki dağa yaslamış gibi bin 600 yıldır ayakta duruyor. Uçurumun kenarında adeta etrafındaki güzelliği selamlıyormuş hissi yaratan bu mükemmel yapı, manzarasının yanı sıra sahip olduğu mimarisi ve tarihi ile de dudak ısırtıyor.
Deniz seviyesinden bin 150 metre yukarıda, uçurumun kenarında sanki her an aşağı düşecekmiş gibi. Sümela Manastırı, bin 600 yıldır sırtını ardındaki dağa yaslamış ayakta duruyor. Her yıl milyonlarca turistin görmek için dünyanın bir ucundan geldiği bu mükemmel yapı, tarihi boyunca aktif bir liman kenti olan Trabzon’un Maçka ilçesi Altındere vadisinde bulunuyor. Yerel halk arasında Meryem Ana Manastırı olarak bilinen Rum Ortodoks manastır ve kilise kompleksi, bugün UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmek için gün sayıyor. İnternette küçük bir araştırma yaptığınızda dünyada pek çok manastırın muhteşem manzaralara sahip olduğunu görürsünüz. Manastırlar, kendilerini dünya nimetlerinden mahrum ederek tanrıya adayan keşişlerin yaşamaları için ulaşılması zor yerlere yapıldıklarından genellikle sarp kayalıkların yamaçlarına inşa ediliyorlar. Bu nedenle ortaya muhteşem manzaralar çıkıyor ancak pek çoğu Sümela kadar göz kamaştırmıyor. Sümela Manastırı’nın mimarisini ve konumunu gördüğünüzde hayrete düşmemek mümkün değil. Manzarasını bir kenara bırakalım, binlerce yıl önce uçurumun yanına böyle bir yapının nasıl inşa edildiği sorusu insanın aklını kurcalıyor. Elbette Sümela Manastırı, sanıldığı gibi bir seferde başlanıp bitirilen bir yapı değil. Zamanla doğal bir mağaranın içine inşa edilmiş bölümlerden oluşuyor. Yapımı 4. yüzyıla dayanıyor olsa da bugünkü halini alması yüzlerce yıl arayla yapılan eklemelerin sonucunda oluşuyor. İlk olarak küçük bir kilise olarak inşa ediliyor. Tarihi kaynaklara göre, manastırın temelleri Atina’dan gelen Barnabas ve Sophronios adında iki keşiş tarafından atılıyor. Anadolu’daki tüm kilise ve manastırlarda olduğu gibi Sümela Manastırı hakkında da kuruluş efsaneleri var. Bunlardan biri ve en makul sayılanı Kutsal Meryem Ana İkonası Efsanesi.
Meryemi görüyorlar
Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu tarafından 313 yılında serbest bırakılıp 330 yılında resmi din olarak kabul edilmiş olsa da halkın büyük kısmı hâlâ pagan inançlarla putlara tapmayı sürdürür. Bu karmaşık geçiş döneminde, 386 yıllarında Atinalı iki keşiş olan Barnabas ve yeğeni Sophronios rüyalarında Meryem’i görür. Atina’daki putperest halktan bıkan Meryem, Barnabas ve Sophronios’a Trabzon’daki Karadağlar’a gidip orada bir tapınak inşa etmelerini söyler. Meryem’in bu isteği üzerine keşişler yanlarına İncil’in yazarı Aziz Luka’nın yaptığı üç Meryem tasviri İkona’dan birini alırlar ve gün doğumuna doğru gemiyle yola çıkarak çileli bir yolculuktan sonra Trabzon’a varırlar. Yemyeşil ormanın ve şelalelerin arasından geçerek Karadağ’ın sarp yamaçlarındaki heybetli bir kayanın kovuğuna küçük bir şapel ve kendileri için keşiş hücreleri inşa ederler. Bir başka rivayete göre de bu iki keşiş birbirinden habersiz şekilde yola çıkarlar. Trabzon’da karşılaştıklarında aynı rüyayı gördüklerini öğrenirler. İki keşişin aynı gün öldüğü de rivayetler arasında yer alır.
Yüzlerce yılda büyüyor
Sümela’nın kuruluş dönemiyle alakalı çok fazla kaynak bulunmamakla birlikte Barnabas ve yeğeni Sophronios’un hayatını anlatan “Sümela’nın Kurucularının Hayatları ve Trabzonlu Christopher” adlı eserde tarihlere yer veriliyor. Buna göre Sümela Manastırı’nın kuruluşu İmparator Theodosios döneminde (375- 395) gerçekleştiriliyor. İmparator Anastasios zamanında (491- 518) yeni yapılar ekleniyor. İmparator Justinian (527-518) tarafından tamir ettirilerek bugün mağara tapınak olarak bilinen kilisesi ile birlikte genişletiliyor. Bu dönemdeki son inşa ise 644 yılında Aziz Chirstopher zamanında yaptırılıyor. Mağaranın iç bölümünde bulunan ve bugün dahi görülebilen basit hayvan resimlerinden oluşan bazı fresklerin de bu dönemlerde yapıldığı biliniyor. Ancak Sümela Manastırı, en parlak dönemini Komnenos Kralları döneminde yaşıyor. Efsaneye göre III. Alexios (1298-1330), büyük bir kasırga sırasında Meryem Ana sayesinde canını kurtardığına inanır ve Manastır’ı yeni bir tesise dönüştürür. III. Alexios döneminde Manastır, önemli bir hac yeri haline geliyor. Bu önemi kazanmasında Sümela’nın kuruluşunun dayandırıldığı Lukas’ın Meryem İkonası, İsa peygamberin gerildiğine inanılan çarmıh parçası rölik ve dört mevsim içeriye damlamakta olan kaya bloğundan su kaynağı ayazma etkili oluyor. Komnenos Krallığı ayrıca yayınladığı bir fermanla Sümela Manastırı’nı tüm vergilerden muaf tutuyor. Aynı fermanla bölgedeki pek çok gelir getirici mülkü de manastıra hibe ediyor. Osmanlı’nın Trabzon’u fethetmesinin ardından da manastır korunmaya devam ediyor. Öyle ki Osmanlı sultanları tarafından manastırın haklarını tanıyan ve güçlendiren fermanların yayınlandığı biliniyor.
Sadece erkekler yaşadı
Sümela Manastırı’na bugünkü koşullarda kolaylıkla ulaşım sağlanıyor olsa da kurulduğu yıllarda ulaşım elbette son derece zordu. Bu nedenle pek çok manastırda rahip ve rahibeler birlikte yaşasa da Sümela Manastırı’nda sadece erkeklerin kaldığı biliniyor. Bir eğitim ve öğretim yeri olarak kurulan manastırda bu dönemlerde keşişlere İncil, Hıristiyan ilahiyat kitapları ve özellikle kiliseler tarihi okutuluyordu. Ayrıca dil, dilbilgisi, mantık, tanrı bilim ve söylevler başlıca dersler arasında bulunuyordu. Ancak Komnenos tarihçisi Panaret’in kayıtları, Sümela Manastırı’nın dini bir tesis olmanın yanında, diğer Orta Çağ manastırları gibi suçluların hapsedilerek kontrol altında tutulduğu bir yer olduğunu da ortaya koyuyor. 1364 yılında Trabzon Kralı’na karşı isyan tertipleyenlerin arasında bulunan metropolit Nifon Pteriogonit’in Sümela Manastırı’nda hapsedildiği ve burada öldüğü bilgisi yer alıyor. Ayrıca Osmanlı idaresi döneminde de sürgün yeri olmayı sürdürüyor.
Hala en görkemli manastır
Sümela Manastırı, kuruluşunun ardından geçen yüzlerce senede genişlemeyi sürdürmüş ta ki 1923 yılına kadar. Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte faaliyetlerine son veriliyor. Bölgedeki Rum vatandaşların yanı sıra manastırın papaz ve keşişleri de Yunanistan’a göç edince yalnızlığa gömülüyor. 1930’lu yıllara gelindiğinde ise çıkan bir yangın sonucu bu kültür mirasının büyük bir bölümü tahrip oluyor. Bugün kilise binası, şapeller ve keşişlerin konakladıkları odalar varlığını koruyor. Buna karşılık pek çok tarihi yapıda olduğu gibi Sümela’nın da büyük kısmı günümüze ulaşmayı başaramıyor. Öte yandan manastırın önem kazanmasında etkili olan rölik (gerçek haçın parçası) ve kutsal ikona, özel izin alınarak 1950 yılında Yunanistan’daki Karaferye Manastırı’na götürülüyor. Bunların yanında pek çok parçası da yalnızlığı fırsat bilinerek çalınıyor. Sümela Manastırı, Trabzon’da Kuştul ve Vazelon Manastırı gibi çok sayıda manastır olmasına rağmen tarih boyunca aralarında en önemlisi ve en görkemlisi olmayı başardı. Günümüzde de bu özelliğini koruyor. İNCİL’DEKİ OLAYLARI ANLATIYOR Sümela Manastırı’nın bu denli önemli olmasının bir nedeni de iç kısmında bulunan ve günümüze ulaşan freskler. İncil’in içindeki olayların resmedildiği bu sanat eseri resimler, Adem ve Havva’nın yaratılışından Hz. İsa’nın çarmıha gerilişine kadar birçok olayı gözler önüne seriyor. Mağaranın tapınak tavanında bulunan Meryem ve İsa fresklerinin yüzleri, kirpik uçlarına varıncaya dek tüm incelikleriyle görülüyor. Bu anlamda ziyaretçileri zamanda yolculuğa çıkaran manastır, büyülü bir atmosfer sunuyor.
“Meryem, gafletimin karanlığını dağıtıyorsun”
Dünya mirası listesine girmek için gün sayan Sümela Manastırı, binlerce yıldır özellikle gezginler ve tarihçiler tarafından ziyaret ediliyor. Manastıra bizzat giden isimler arasında Amerikalı tarihçi John Freely de var. Konumu ve kartal yuvası görünümüyle Sümela Manastırı’nı “Kayıp Ufuklar” filminin setindeki Tibet manastırlarına benzeten Amerikalı tarihçi, kütüphanenin iç duvarında Komnenoslar döneminden kalma şu satırların olduğunu kaydediyor: “Sakın katılma sen de gözyaşlarıma. Nurunun ışığıyla parlıyorsun; Meryem, gafletimin karanlığını dağıtıyorsun.” Ancak bugün bu yazıya rastlanılmıyor.