Ayakkabıların zevki ve kimliği, statüyü ve cinsiyeti ifade ettiği bir gerçek. Bu çift parçalar yüzyıllar boyunca bireylerin karakterleri hakkında çok özel ipuçları verdiler. Her dönem, moda dünyasının güçlü, zarif ve sağlam unsurları olarak kendilerini gösterdiler.
Ayakkabı, ayak için basit bir sargı veya korumadan çok daha fazlası. Ayakkabıların bir kişinin zevki ve kimliği, statüsü ve cinsiyeti hakkında çok şey ifade ettiği fikri, modernitenin bir icadı değil. Ayakkabılar yüzyıllardır kişinin karakteri, sosyal ve kültürel yeri, hatta cinsel tercihi hakkında ipuçları verdiler. İçinde yaşadığımız fiziksel ve insani alanı kontrol ettikleri için ‘güçlü nesneler’ oldular. İçeri girmemize ve çevreyi deneyimlememize izin veriyorlar. Onlar, beden ve fiziksel mekan arasındaki temel kesişme noktası. Psikolog Nicola Squicciarino bu duruma “bedensel egonun uzantıları” diyor. O halde ayakkabılar her zaman sokaklarda, parklarda ve tarlalarda yürümemizi, gezinmemizi ve koşmamızı sağlayan basit giysilerden daha fazlası.
TOPUKLU AYAKKABI VE CİNSİYET EŞİTLİĞİ
Modanın en ikonik nesnelerinden birini düşünün; topuklu ayakkabılar. Kökeni 15’inci yüzyıla uzanan bu yüksek topuklar, bugüne dek sayısız yoruma maruz kaldı. Güç, erotizm ve kırılganlığın yanında kadın stili ve kadın cinselliğini kışkırtan topuklar, kadınların güçlendirilmesi ile kadınlara boyun eğdirilmesi arasındaki boşlukta mecazi olarak sallanıyor. Ayakkabı tartışmalarının merkezinde yer alan yüksek topuk ile alakalı, 1990’larda Amerika’daki kadın akademisyenler üzerinde bir araştırma yapan antropolog Ann Brydon, akademisyen kadınların erkeklerden aşağı kalma ve düşük zekalı görünme korkusu ile topuklu ayakkabıya şiddetle karşı olduklarını ortaya koydu. Ancak bugün için işler daha farklı. Çoğu kadın, topuklu ayakkabıları kadınsal dayanışmanın bir simgesi olarak görüyor; bu ayakkabıları estetik nedenler ya da erkekleri memnun etmek için değil, kendilerini daha iyi ve güçlü hissettirdikleri için giydikleri konusunda birleşiyor.
Diğer yandan yüksek topuklu ayakkabılar, 17’inci yüzyıla kadar soylularla sınırlandırılan, yalnızca zenginlerin giyebildiği bir nesneydi. Üstelik de ilk olarak yalnızca erkekler tarafından giyildi.
YASAK KIRMIZI AYAKKABILAR!
Ayakkabıların kültürde ayrılmaz, büyüleyici ve tartışmalı bir yeri olduğu aşikar. Külkedisi’ndeki cam ayakkabılar ve Oz Büyücüsü filmindeki meşhur kırmızı ayakkabıları hatırlayalım. Nasıl dönüştürdüklerini, kişilerin karakterleri ile nasıl ilişkilendirildiklerini, statüyü nasıl değiştirdiklerini çoğumuz biliyoruz. Ayrıca toplumsal bir kültür de yarattılar. Oz Büyücüsü’nün yayınlanmasının üzerinden 80 yılı aşkın bir süre geçti ve Dorothy’nin giydiği yakut kırmızısı ayakkabılar, balerinlerden soylulara, papalardan pop yıldızlarına kadar birçok ayağı giydirmekle kalmadı. Hans Christian Andersen’in ‘Kırmızı Ayakkabılar’ masalındaki ayakkabıların Kilise tarafından müstehcen ve uygunsuz bulunması algısını da yıktı. Ve kırmızı ayakkabılar; hayal gücü, tutku ve güvenle özdeşleşti. Ayrıca birçok kültürde ve çağda kırmızı renk, genellikle kraliyet ve otorite ile bağlantılı oldu.
Güç, erotizm ve kırılganlığın yanında kadın stili ve kadın cinselliğini kışkırtan topuklar, kadınların güçlendirilmesi ile kadınlara boyun eğdirilmesi arasındaki boşlukta mecazi olarak sallanıyor.
GÜCÜN SEMBOLÜ SPORLAR
Bugün ayakkabı, daha ziyade moda ve estetik unsurları ile aktarılıyor olsa da görsel yaşamın önemli bir parçası olsa da aslında ilk doğduğunda güç, statü ve kimlik göstericisiydi. Günümüzün en temel, her yerde bulunan ayakkabı biçimini düşünün; spor ayakkabılar… Onlar da ilk olarak gücün ve zenginliğin sembolü olarak adım atmaya başladılar. 1870’lerde ‘plimsoll’ olarak ilk kez piyasaya çıktıklarında çok fazla insan, iki çift edinmeye ve boş zaman ya da spor aktiviteleri için ayakkabıya para harcamaya uygun durumda değildi. 20’inci yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise pek çok insan için bu durum terine dönmeye başladı ve spor ayakkabılar kültürel yaşamın güçlü katalizörlerinden biri haline geldi. Elbette herkesin farklı bir bütçesi olduğu gerçeği hesaba katıldığında, onları pazarlayan markaların zekice davranması, ayakkabılara statüye uygun ince farklar, göstergeler ve kimlik belirteçleri katmanları eklemeleri gerekiyordu.
ZENGİNLİK GÖSTERGESİ BEYAZLAR
Sayısız insanın sahip olduğu beyaz ayakkabı… Bugün dahi genellikle zenginlikle sembolize ediliyor çünkü kullanıcısı beyazlığını kaybetmemesi için onu kirletmemek adına fazla şey yapmaz; taze görünümü korumak için sık sık yeni çiftler alır. Futboldan basketbola spor dallarında karşımıza çıkan neon renkli spor ayakkabılar, baskın sporcular tarafından tavus kuşu ile özdeşleştiriliyor ve tavus kuşu ise ilahi bir güç ile… Bir zamanlar atletizmin sembolü olan spor ayakkabılar, ticari ve modaya uygun arzu nesneleri haline gelerek, birincil işlevlerini çoktan aştılar. Sokak giyimi ve stilinden podyum modasına kadar kültürel metalar olarak giyim dünyasında ayrı bir yer edindiler. Ve sahip oldukları kültürel potayı her geçen gün genişletmeye devam ediyorlar.
EN ÇOK ONLAR TERCİH EDİLİYOR
Son 10 yılda spor ayakkabıların giyilme biçiminde büyük bir değişiklik görüldü. Resmi ortamlarda ve işyerlerinde spor ayakkabılar ilk görüldüğünde önce kaşlar çatıldı. Ancak kısa bir süre içinde işyeri görgü kuralları uzmanları, verimli gündelik durumlar için spor ayakkabıların kabul edilebilir olduğunu düşünüp onayladılar. Çalışma ortamında çalışanı rahat ettirmek anlayışı ile daha da içeriye dahil olan sporlar, çalışma kültüründe çalışanın kendine güven unsuru haline de geldi. Ve hayatın her alanına dahil olması ile spor ayakkabılar imrenilen ürünler oldular. Sadece gündelik kategorinin değil, lüks kategorinin de en fazla tercih edilen ayakkabı türüne dönüştüler.
AYAKKABI KİMLİĞİNİZDİR
Ayakkabılar, insanların kendilerini dünyaya kim olduğumuzu anlatmaları adına da bir iletişim aracı olarak kullanılabiliyor. Bireylerin durumunu, servetini ve tarafını çoğu zaman ayakkabılarına bakarak değerlendirmek mümkün. Bu bir iddia değil. Geçtiğimiz yıllarda Kansas Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tarafından hazırlanan bir rapor, insanların, yalnızca ayakkabılarına dayanarak, kişilik özelliklerinin yüzde 90 oranında çarpıcı bir doğrulukla tahmin edilebildiğini ortaya koydu. İçe dönük mü, içe kapanık mı, muhafazakar mı liberal mi, duygusal olarak ne kadar istikrarlı, cinsiyeti ne, ne kadar geliri var, ilişkilerinde ne kadar sağlam gibi birçok sorunun cevabını ayakkabılar verdi.
POPÜLİZM VE AYAKKABI MODELLERİ
Markalar da son yıllarda bu kimlik iletişimine büyük hız kazandırdı. Ayakkabı ve kimliği birleştirme konusunda akla ilk gelen ustalar ise elbette Adidas ve Nike oluyor. Sosyolog Yuniya Kawamura’nın spor ayakkabılar üzerine yaptığı bir araştırma, bu fenomenin üç dalgasını tanımlıyor. 1970’lerdeki ilk dalga, bir yeraltı spor ayakkabı kültürü ve hip-hop’un ortaya çıkışını tanımlandı. Adidas’ın Samba ayakkabısı, futbol alt kültürü içinde önemli bir yer edindi ve taraftarlara bir kimlik göstergesi olarak kendisini kabul ettirdi. 1986’da Run-DMC’nin yayınladığı ‘My Adidas’ (Benim Adidas’ım) şarkısı ve beraberindeki sponsorluk anlaşması, spor ayakkabının popüler kültür içindeki yerini sağlamlaştırdı.
İŞTE FENOMEN BİR MODEL DAHA
Fenomenin ikinci dalgası ise Nike ile geldi. 1984’te piyasaya sürülen ve kitlesel bir histeriye sahne olan Air Jordan serisi hâlâ daha her yıl milyonlarca satıyor. Pazarı fırtına gibi ele geçiren Jordan serisi, yalnızca havalı olduğu için tercih edilmedi. Kullanıcılara ‘Mike gibi olmalarına’ yardımcı olma sözü verdiği için sadık bir ‘Jordan Heads’ kültürü yarattı.
Bu kültür, basketbolcu Michael Jordan’ın başarısı ile bağlantılı. Hayalleri gerçekleştirme, kararlılık, yetenek, otoriteye meydan okumak, disiplin ve tarihte iz bırakmaya işaret ediyor. Ve Nike, bu ilişkinin tamamen farkında. Bu sebeple de genelde ayakkabılarını sınırlı sayıda üreterek bir Amerikan rüyasına hizmet sunuyor.
TEKNOLOJİK ÇİFTLER GELİYOR!
Kawamura’nın bahsettiği üçüncü dalga ise teknoloji. Bu dalga yalnızca spor ayakkabı kültürünü değil, tüm ayakkabı türlerine büyük bir değişim kazandırmak üzere. Çünkü bugüne kadar ayakkabının yarattığı kimlik daha çok kitlelere yönelikti. Ancak teknolojinin önlenemez yükselişi ile bu kimlikler tamamıyla kişiselleştirilebilir bir hâl alacak. Öyle ki, karakteristiğinizi yansıtan ayakkabılarınız kokunuzu da barındıracak. Elbette ayakkabıların temel bir özelliği var; korunaksız ayaklarla seyahat, keşif, spor ve pek çok şey devre dışı kalırdı. Ancak ayakkabıların bir diğer işlevi de kimlikle ve dünyaya kim olduğumuzu anlatmakla ilgili. Bu yüzden, bir çift stiletto ile ata binen biri, ilk bakışta göründüğü kadar komik değildir.
Air Jordan, 1985
George Clinton, 1981, Fotoğrafçı Janette-Beckman
Louboutin ayakkabıları giyen mankenler
Run-DMC, My Adidas