Metropolün trafiği, gürültüsü, kargaşası ve çokça şeyi günlük şikâyet rutinlerimiz arasında yer alsa da kaçımız kopabiliyoruz bu karmaşık megakentten? Saklamaya gerek yok! Yorsa da çoğumuzu, hatta öldürse de zaman zaman, Stockholm Sendromu’na tutulmuş, potansiyel katiline aşık, kara sevdalıları olmuşuz bu kadim şehrin? “Emekli olduğumda Ege’nin şirin bir kasabasına yerleşeceğim” idealini hayata geçiremeyip İstanbul’da kilitlenenler, bunu başaranlardan katbekat fazla. Kimse inkâr etmesin! Çoğumuz bu şehrin koşulsuz kör aşıkları, esirleri olmuşuz da farkında değilmişiz gibi yapıyoruz.
***
Dövse de yorsa da ağlatsa da seviyoruz bu vefasız metropolü. İşte bu tutarsız sevginin adı da ‘İstanbul Sendromu’ olsa gerek. Psikoloji literatürüne yeni bir terim kazandırmak gibi bir niyetim yok. Benimkisi sadece durum tespiti. Şahsen, ne emekli olduğunda Ege kasabasına demir atanlardan ne de İstanbul’u temelli terk-i diyar edenlerden olamam asla. Bu iki evren arasında kalmış ve ebedi dünyasına yolculuğa hazırlanan ‘Cold Case’ karakteri gibiyim biraz da…
***
İstanbul Sendoromu’nun tedavisi yok benim için… Metropol ataklarımı dengeleyen ilaçlarımın başında ise Ege ve Akdeniz sahilleri geliyor. Hafta sonu yaptığım günlük kaçamaklarda; Göcek’te, Bodrum’da, Çeşme’de alıyorum soluğu. İstanbul’a olduğu kadar oralara da muhtacım bir anlamda. Peki… Kısa süreliğine de olsa, bağımlısı olduğum İstanbul’un zehrinden arınmamı sağlayan Güney sahilleri, eskisi gibi panzehir oluyor mu yorgun ruhuma?
***
Belki de eski tatiller hem eğlence hem de dinlence bakımından çok daha verimliydi hepimiz için. Son yıllarda mavisini ve yeşilini bitirmek için durmaksızın canlarını yaktığımız bu yaşayan yerler, yine de sığındığım en güvenli limanlar arasında.
***
İstanbul’daki beni unuttuğum, kendimi yeniden keşfettiğim Ege kasabaları betonla kaplandıkça içim acıyor. Hele o neredeyse geleneksel bir hâl alan orman yangınları yok mu… Ben de herkes gibi gördükçe, duydukça deliriyorum adeta. Hoş, yangınlar olmasa da papatya falında koparılan yapraklar, ailesinden çalınan çocuklar gibi, zaten bir bir söküyoruz yeşil ağaçları yerlerinden. Ne yaparsan yap ne dersen de durmuyor bu tahribat.
***
Ama adaletli be insan, renk ayırt etmiyor sonuçta! Yeşile yaptığı gibi masmavi güzelliklere de zarar veriyor sürekli. Neticede ormanlar yanıyorsa, denizler de kirlenmeli değil mi..! Doğanın dengesini tersten de olsa sağlanıyor bir anlamda!
***
Evet, hiçbir şey eskisi gibi değil. Yarın da bugün gibi olmayacak. İstanbul’un dışında nefes alacaksam eğer, ilk duraklarım yine, yansa da yıkılsa da güzellikleri tükenmeyen Akdeniz ve Ege olacak… Ve eminim ki; ahşap mavi panjurlar, begonvillerle kaplı beyaz evler, içimi serinletecek hafif bir imbat beni yine içtenlikle karşılayacak. Biliyorum ki, yanımda getirdiğim metropol dertleri; birkaç kadeh mavilik, bir Sezen şarkısı ya da bir sirtaki ile yok olacak.
GÜL’ÜN ENLERİ!
En Huzurlu Tatil Yeri: Fethiye-Göcek
En Lezzetli Restoran: Zeytin Restoran / Bedri Rahmi Koyu
En İyi Manzaralı Restoran: Barba Saranda / Marmaris Söğüt Koyu
En Huzurlu Restoran: Tersane Adası Restoran
En İyi Ocakbaşı: Fiko Yalıkavak / Bodrum
Tekne ile Gidilecek En İyi Koy ve Adalar: Tersane Adası, Turunç Pınarı,
Sarsala, Göbün
En İyi Otel: Göcek Club Privé By Rixos
En Doğal Otel: İzmir Şirince Nişanyan Otel
En Huzurlu Otel: Mandarin Oriental Bodrum
En İyi Beach: Bodrum Türkbükü Maça Kızı
En İyi Kahvaltı: Bodrum Bozukbağ Kahvaltıcısı
En İyi Canlı Müzik: Bodrum Günay Restorant